Birleşmiş Milletler (BM) sistemi, dünyadaki birçok farklı siyasi ve ideolojik ekol tarafından tenkit edilen bir sistem olagelmiştir.
Bu sistemi ve bizatihi BM’nin kendisini hedef alan tenkitlerin kimi, doğrudan BM sistemine dahil olan yöneticilerce de dile getirilmektedir.
BM’ye yönelik tenkitlerin en önemlileri ise temel olarak sistem karşıtı hareketlerden gelmektedir. Mevcut sisteme karşıt olan hareketler arasında küresel cihat yanlıları da BM sistemine yönelik en ciddi tenkitleri yapan taraflar arasındadır.
Halihazırda küresel cihat yanlısı hareketler arasında öne çıkan bir yapı olan El Kaide de BM’ye yönelik tenkitlerin merkezleri arasındadır. Özellikle El Kaide’nin mevcut lideri Mısırlı Eymen ez Zevahiri birçok konuşma ve açıklamasında bu sisteme yönelik eleştirilerini sıralamıştır.
Zevahiri, 2021 yılının Kasım ayında yayınlanan “Muvahhid Ümmet’e Birleşmiş Milletler’in Hakikatine İlişkin Bir Nasihat” başlıklı 38 dakikalık konuşmasında, BM’ye dair tüm düşüncelerini sistemleştirerek aktarmıştır.
Zevahiri’nin BM’ye dair genel fikirlerini, bu açıklamadaki başlıkları kullanarak tahlil etmek mümkündür:
BM’nin tanımı
Zevahiri, BM’nin İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerince bir sistem oluşturma amacıyla oluşturulduğuna değiniyor. Bu noktada BM, dünyadaki mevcut siyasi-ideolojik teamüllerin temeli olarak görülüyor:
“Öncelikli olarak, açıklığa kavuşturmak gerekir ki Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından, tüm dünyaya bir siyasi sistem ve doktrin empoze etme gayesi ve insanlığın geri kalanı üzerinde kendi hegemonyalarının tesis edilmesi görüşüyle oluşturulmuştur. BM’nin uluslararası iş birliğini amaçlayan bir organizasyon olduğuna dair yüksek sesle dile getirilen iddialara rağmen…”
BM Şartı-Antlaşması’na Muhtasar Bir Bakış
Küresel cihat yanlısı retoriğin BM aleyhtarı eleştirilerinin temelinde, BM Antlaşması’nın tabiatına yönelik tenkitler yer almaktadır.
Zevahiri de bu noktada BM’ye yönelik tenkitlerinin temeline, BM Antlaşması’nda olumsuz olarak gördüğü noktaları oturtmuştur.
İlk Nokta
“BM Şartı’na (Kuruma üye olmak isteyen ülkelerin kabul etmesi gereken kurallar) hızlı bir bakış atmak, bu organizasyonun dünyayı kontrol etmek ve dünyaya, İslam şeriatı ile çelişen, dinsiz ve ahlaksız bir ideolojiyi empoze etmek için oluşturulan bir organizasyon olduğunu ortaya çıkarır.
BM Şartı üzerinde dikkatlice düşündüğümüzde, müteakip noktaları keşfederiz:
1- İlk olarak, şeriata karşı çıkan bir kanunla hükmedilmesi. BM Genel Kurulu’ndaki kararlar ya salt çoğunluk yahut 3’te 2 çoğunluk temelinde verilmektedir. Güvenlik Konseyi(nin kararları) Genel Kurul’un yerine geçer. Bu konsey 5 daimi üyeden oluşur ki bunlar yeryüzündeki en büyük suçluluardır ve onların onayı olmadan hiçbir karar alınamaz.
(…)
BM Şartı’nın ilk maddesi şöyledir:
‘Uluslararası barış ve güvenliği korumak (…) saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak ve barışın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek’
Siyasal bilgiler profesörü Dr. Hasan Nafia, bu maddeye şöyle yorum yapar:
‘Bu zımni olarak ima eder ki, Birleşmiş Milletler, eğer adaletin veya uluslararası hukukun gerekleri ile çelişen bir çözüme yol açıyorsa, akla yön veren ilkeler veya kuvvetler dengesi paralelindeki herhangi bir anlaşma veya çözümü onaylayamaz.’
Bir diğer deyişle, BM üyeliğinin kabul edilmesi demek, İslam şeriatı dışındaki yasalarla hüküm verilmesini kabul etmek demektir, bu da şeriatın tamamen terki anlamına gelir. BM Şartı’nın imzalanması, tüm meselelerin (Genel Kurul’daki) çoğunluğun iradesi, veya BM’nin iplerini elinde tutan beş daimi üyenin iradesi, veya uluslararası hukuk, veya soyut adalet doğrultusunda çözülmesini gerektirir. Yani cahiliye hükmünü kasıtlı olarak kabul etmek anlamına gelir.”
İkinci Nokta
“BM Şartı’nın diğer anlaşmalar ve kanunlar karşısında ağır basan statüsü…
Sözleşmenin 103’üncü maddesi şöyle belirtir:
‘Birleşmiş Milletler üyelerinin işbu Antlaşma’dan doğan yükümlülükleri ile başka herhangi bir uluslararası anlaşmadan doğan yükümlülüklerinin çatışması durumunda, işbu Antlaşma’dan doğan yükümlülükler üstün gelecektir.’
Kahire Üniversitesi’nde siyasal bilgiler profesörü olan Dr. Hasan Nafia, bu bağlamda şunları söylemiştir:
‘BM Şartı, sadece bir kurucu antlaşma veya uluslararası bir örgütün kurallar bütününden ibaret değildir, kapsamı bundan öteye gitmektedir. Şart, uluslararası antlaşmalar arasında üst düzey bir statüye sahiptir ve uluslararası hukukun en esaslı ve prestijli doktrinlerinden biridir.’
Ardından Şart’ın 103’üncü maddesini tartışmaya devam eder ve şöyle söyler:
‘Bu, BM Şartı’nda güvence altına alınan ilkelere muhalif olan herhangi bir uluslararası antlaşmanın akdedilmesinin yasa dışı addedileceği anlamına gelir. Bir başka deyişle, BM Şartı ile açık şekilde çelişen veya onu ihlal eden devlet faaliyetleri veya davranışları, kendiliğinden uluslararası hukukun ihlali ve uluslararası meşruiyetin çiğnenmesi sayılacaktır.’
Bunun anlamı, bu Şart ile bağlı olan bir ülkenin, başka bir ülkeyle BM Şartı’nın metnine ve ruhuna aykırı bir uluslararası antlaşma yapmasının hukuk dışı olacağıdır. Örneğin, iki ülke şeriat kuralları temelinde bir antlaşma yapacak olursa, örneğin şeriat doğrultusunda bir eğitim müfredatı belirlerlerse, bu BM Şartı’na ve İslam şeriatına muhalif maddelerine karşı çıkmak olacaktır. Ve bu iki hükümetin bu gibi antlaşmaları feshetmesi gerekecektir.
Benzer şekilde, eğer bir Müslüman ülke, BM üyesi bir ülkenin işgalinden kurtularak özgürlüğünü kazanan diğer bir Müslüman ülkeyi tanıyacak olursa -tıpkı İslam Emirliği’nin Çeçenistan’daki mücahitlerin hükümetini tanıdığı gibi- bu da BM Şartı’na göre yasa dışı kabul edilecektir.
Keza, şayet İslami bir hükümet, BM üyesi bir ülkeye karşı mücahitlere yardım edecek olursa, -örneğin İsrail’e karşı Filistinli mücahitlere, Ruslara karşı Çeçenlere, Etiyopya’ya karşı Somalililere, Fransa’ya karşı Malililere, Beşar’ın hükümetine karşı Suriyelilere destek olmak gibi- bu BM Şartı’nın ihlali addedilecektir.
BM Şartı’na imza koyan bir devlet, İslam topraklarını işgal eden kafir işgalcilere karşı cihad eden Müslümanlara yardım etme zorunluluğunu yerine getirmemekle yükümlüdür. Bir başka deyişle, Şart’ı imzalayan herhangi bir ülke, bunun İslam şeriatının üzerinde olduğunu kabul etmelidir.”
Üçüncü Nokta
“BM üyeliği, Şart’a uyulmasına bağlıdır.
Üyeliği kazanma prosedürünün özü, üye olmak isteyen ülkenin, BM Genel Sekreteri’ne üyeliği talep eden bir mektup göndermesidir, ve bu talebe, BM Şartı ile bağlılığı içeren bir deklarasyon da eklenmelidir.
Aynısı BM’den çıkarılma konusunda da geçerlidir. Şart’ın 6’ncı maddesi, Genel Kurul’un, eğer Şart’ta belirlenen ilkeleri ihlal ettiği saptanırsa, üye bir ülkenin ihraç edilebileceğini belirtir.
(…)
BM Şartı’nı imzalayan bir devlet, şeriatın hükümleriyle çatışan bu amaçları yerine getirmek için kafirlerle çabalarını birleştirmeyi kabul eder.
Bundan Madde 2’de bahsedilmiştir:
‘Birleşmiş Milletler örgütü ve üyeleri, 1. maddede belirtilen amaçlara ulaşmak üzere aşağıdaki ilkelere uygun biçimde hareket edeceklerdir:
1. Örgüt, tüm üyelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur.
2. Tüm üyeler, üyelik sıfatından doğan hak ve çıkarlardan tümünün yararlanmasını sağlamak için işbu Antlaşma’ya uygun olarak üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirirler.’
Yani, İsrail’in işgal altındaki Filistin’deki egemenliği, herhangi bir üye ülkenin kendi toprakları üzerindeki egemenliğinden farklı değildir ve tüm üye ülkeler birbirlerinin egemenliklerine saygı duymakla yükümlüdür.”
Dördüncü Nokta
“Dördüncü olarak, BM Şartı erkeklere ve kadınlara, Müslümanlara ve gayrimüslimlere eşit haklar vererek, İslam şeriatını açıkça ihlal etmektedir.
Şart’ın başlangıç kısmında şunlar yer alır:
‘Biz Birleşmiş Milletler halkları, (…) savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye (…) istekli olarak…’
Şart’ın ilk maddesinin üçüncü fıkrasında, BM Şartı’nın amaç ve ilkeleri olarak şunlardan bahsedilir:
‘Ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki uluslararası sorunları çözmede ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası iş birliğini sağlamak…’
Şart’ın 13’üncü maddesi, Genel Kurul’un bu meseleyi detaylı olarak tetkik etmesi gerektiğini belirtir. Farklı sahalara dair önerilerde bulunur:
‘Genel Kurul (…) ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan hakları ile temel özgürlüklerden yararlanmasını kolaylaştırmak için araştırmalar yapılmasına önayak olur ve bu amaçla tavsiyelerde bulunur.’
Ve bu, her cinsiyet farklı haklara sahip olduğu ve farklı yükümlülükler üstlendiğinden, erkek ve kadının haklarını ayırmakta olan İslam şeriatına aykırıdır.
(…)
Şeriat, Müslüman ile kafirin arasını ayırır. Bir kafirin, yüksek kamu görevlerine gelme veya yargı erkinde yer alma hakkı yoktur. Zekat ödemek zorunda da değildir. Doğrusu, şeriat farklı gayrimüslim türleri arasında da ayrım yapar ve onları kategorilere ayırır. Zımmi, müste’min, muahid ve savaşan gayrimüslim gibi, bunlara dair hukuki detaylar vardır.
(…)
Bu sebeple BM bir uluslararası iş birliği örgütü değildir, bundan ziyade en büyük mücrimler tarafından, tüm insanlığın, bilhassa Müslümanların inanç sistemini değiştirmek için kurulan bir örgüttür.”
Beşinci Nokta
“Beşinci olarak, Şart, erkek ve kadınların kendilerini, ahlak ve dinin ilkelerinden azat etme hürriyetini tasdik etmektedir.
Bundan Şart’ın 55’inci maddesinde bahsedilir:
‘Birleşmiş Milletler (…) ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine bütün dünyada etkin bir biçimde saygı gösterilmesini kolaylaştıracaktır.’
Şart’ın savunduğu temel özgürlük, yalnızca bir insanın şerefli bir hayat yaşaması hürriyeti değildir. Bu, zina ve eşcinsellik gibi tüm ahlaksızlık türlerine girişmek ve mürted olmak özgürlüğünü de sunmaktadır. Bu ilke, daha sonra ele alacağımız gibi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nce de onaylanmış ve BM tarafından toplanan çeşitli konferanslarda da tasdik edilmiştir. Bu da bu sebeple şeriata açık bir muhalefettir.
Altıncı Nokta
“Altıncı olarak, Şart üye ülkelerin siyasi egemenliğinin korunmasını ve hudutlarının kutsallığını vurgular. Ve bir üye ülkenin diğerine yönelik kuvvet kullanımını yasaklar.
Bu sebeple, şayet bir ülke Şart’ı imzalarsa, diğer ülkelerin Müslümanların topraklarını gasp etmesini kendiliğinden tanımış olur ve bu toprakları ellerinde tutma haklarını teyit eder.
BM Şartı’nın başlangıç kısmında şöyle belirtilmektedir:
‘Ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkeleri kabul etmeye ve yöntemleri benimsemeye…’
Başka bir deyişle, askeri güç kullanımı yalnızca üye ülkelerin ortak yararına ise buna müsade edilir. Yani eğer Filistin’deki Müslümanlar Filistin’in İsrail işgalinden kurtarulması için mücadele ederse, ve diğer Müslümanlar da onlara yardım sunarsa, BM Şartı’na göre bu yasa dışı kabul edilecektir. Zira İsrail bir üye ülkedir ve mücahitlerin Filistinlilere ona karşı yardım etmesi İsrail’in çıkarına değildir.
Aynı durum Rusya’nın Çeçenistan’ı, Orta Asya ve Kafkaslardaki Müslüman topraklarını, Hindistan’ı Keşmir’i, İspanya’nın Ceuta ve Melila’yı, Çin’in Doğu Türkistan’ı, Etiyopya’nın Zeyle ve Harar’ı, Tanzanya’nın Zanzibar’ı, Kenya’nın Somali’yi ve Fransa’nın Mali’yi işgali için de geçerlidir.
Diğer taraftan, şeriat, bu toprakları ve insanlarını kafirlerin hakimiyetinden kurtarmak için savaşmayı bir zorunluluk kılmıştır. Hanefi fıkıh ekolünün otorite sayılan kitaplarından Mecmau’l Enhur fî Şerhi Mülteka’l Ebhur’da şu ifade yer alır:
‘Eğer insanlar silah altına çağrılırsa, düşmana yakın olanlara, şayet cihad etmeye kuvvet yetirebiliyorlarsa, cihad farz olur. Düşmandan uzak olanlara gelince, eğer düşmana yakın olanlar direnmeye kuvvet yetiremiyorsa, yahut kuvvet yetirebilmelerine rağmen gevşeklik veya ihmal gösteriyorlarsa, cihad düşmana yakınlık bakımından bir sonraki sırada olanlara farz olur. Bu aynı şekilde devam eder, ta ki bu farziyet dairesi doğu ve batıdaki tüm Müslümanları kapsayıncaya kadar.’
Şart’ın ikinci maddesinin dördüncü fıkrası, başlangıç kısmında bahsedilen ilkeyi düzenler:
‘Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.’
Onuncu madde, her devletin siyasi bağımsızlığına ve bölgesel bütünlüğüne saygı duyulmasını güvence eder. Bu, imzacı tarafın Müslümanların topraklarını işgal eden İsrail, Hindistan, Rusya, Çin, İspanya, Etiyopya, Kenya ve diğer ülkeler de dahil olmak üzere üye ülkelerin bölgesel bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına saygı duyması gerektiğine işaret eder.
Bu yüzden söz konusu işgale de saygı duyulması ve hukuki olduğunun tanınması gerekir. Bu sebeple ben tekraren belirtiyorum ki, BM Şartı’nı imzalayan bir devletin bu tutumunun, söz konusu devletlerin Müslümanların topraklarını işgalinin fiilen tanınmasıdır. Ki bu toprakların kurtarılması şeriata göre bizler üzerinde bir zorunluluktur.
Bu izahatı Müslüman kardeşlerime, mücahidlere ve samimi alimlere bir hatırlatma olarak sunmak isterim ki İslam aleminden BM’ye üye olan tüm devletler, BM Şartı’nı imzalamakla, İsrail devletini tanımaktadırlar. Bu böyledir zira Şart, İsrail de dahil olmak üzere, tüm üye devletlerin bütünlüğünü ve korunmasını karara bağlamaktadır. Şart’ı imzalamakla bu devletler anlaşmazlıklarını şeriata arz etmemeyi vaat etmişler ve bunun yerine Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’un hükmünü kabul etmişlerdir. Bu Filistin’in bölünmesine yönelik 1947 tarihinde alınan 242 sayılı kararı ve Müslümanlara zillet ve teslimiyeti empoze eden diğer kararları da kapsamaktadır.
Yedinci Nokta
“BM’nin üye ülkeleri git gide bağımsızlıklarını kaybeder, buyruk altına alınır ve örgütü kontrol eden beş büyük mücrimin çıkarlarını sağlama almak için verilen savaşlarla bir aygıt olarak kullanılır.
BM Şartı’nın ikinci maddesinin beşinci fıkrasında şunlar yer alır:
‘Tüm üyeler, örgütün işbu antlaşma gereği giriştiği tüm eylemlerde örgüte her türlü yardımı yaparlar ve Birleşmiş Milletler tarafından aleyhinde önleme ya da zorlama eylemine girişilen herhangi bir devlete yardım etmekten kaçınırlar.’
43’üncü madde şöyle belirtir:
‘Birleşmiş Milletler’in tüm üyeleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına katkıda bulunmak üzere (…) uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli silahlı kuvvetleri ve geçit hakkını da içine almak üzere her türlü yardım ve kolaylığı Konsey’in hizmetine sunmayı yüklenirler.’
Şart’ın 45’inci maddesi şöyle belirtir:
‘Birleşmiş Milletler’in ivedi askeri önlemler alabilmesini sağlayabilmek üzere üyeler, birleşik uluslararası zorlayıcı önlemleri yürütmek için derhal kullanılabilecek ulusal hava kuvveti birlikleri bulunduracaklardır. Bu birliklerin gücü ve hazırlık derecesi ile bunların birlikte hareketini düzenleyen planlar, 43’üncü maddede belirtilen özel anlaşmanın ya da anlaşmaların öngördüğü sınırlar içinde, Askeri Kurmay Komitesi’nin yardımı ile Güvenlik Konseyi’nce belirlenecektir.’
Basitçe söylemek gerekirse, Müslümanlar BM’yi, BM’nin savaş açtığı kendi Müslüman kardeşlerine karşı desteklemekle yükümlüdür. Müslümanlar BM veya üye ülkeleri tarafından zulme uğrayan Filistin, Çeçenistan, Irak, Afganistan, Bosna ve Somali’deki diğer Müslümanları ise destekleyemez.
Dolayısıyla, Müslümanlar nihayetinde büyük mücrim güçlerin köleleri ve bu güçlerin çıkarlarını güvence altına almak için başlatılan savaşlarda kullanılan birer yem haline gelirler.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne Muhtasar Bir Bakış
BM’ye yönelik eleştirilerin bir diğer ayağı da ‘insan hakları’ meselesidir. Kapsamı ve uygulanışı bakımından başlı başına bir eleştiri sebebi olarak görülen ‘insan hakları’ kavramının yanı sıra, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de yoğun eleştirilerin odağındadır.
Bu kısımda Zevahiri, Beyanname’ye yönelik eleştirilerini, BM’nin tabiatına dair eleştirileri ile birleştirerek, teorik ve pratik bakımdan örgüte yönelik tenkitlere somut bir bakış açısı sunmaktadır.
“BM Şartı’na bu kısa bakışın ardından, 1948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni gözden geçirmek gerekir.
‘Peygamberin Sancağı Altındaki Süvariler’ isimli kitabımın ikinci baskısında, bu beyannamenin düzenlenmesinde kullanılan aldatmayı ele almıştım. Ki bu aldatmayla büyük mücrim güçlerin çıkarlarına hizmet edilmekte, insanlığa kendi inanç sistemleri empoze edilmekte ve Müslüman kitlelerin kendi vatanlarına dönüşü, haklarını geri alışı ve şeriatı ikame etmeleri önlenmektedir. Ancak, burada beyannamenin İslam şeriatının esasları ile nasıl çeliştiğine dair bazı bariz örneklerle yetineceğim. Detaya girmeden önce, iki hayati meseleye dikkat çekmek istiyorum.
İlk olarak, BM, İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin ortak iradesini temsil eder. Onlar tarafından yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de bu nedenle, bu devletlerin bakışını ve çıkarlarını, ayrıca onların tüm insanlığa, hususen de Müslümanlara, kendi dinsiz inanç sistemlerini empoze etme isteğini yansıtır.
İkinci olarak, İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli sonuçlarından biri de İsrail devletinin teşkil edilmesiydi. Ki bu devlet, savaşın galiplerince desteklenmiş ve 14 Mayıs 1948 tarihinde -beyannamenin yayınlanmasından 8 ay önce- de onlar tarafından tanınmıştı. Dahası, 1947 yılında Filistin’i bölen kararı onaylayarak, Siyonist devletin meşruiyetini halihazırda kabul etmişlerdi.
Söz konusu beyanname, ABD’nin temsilcisi olan, eski ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in eşinin (Eleanor Roosevelt) başkanlık ettiği BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından yayınlanmıştır. Roosevelt, İsrail’in kurulmasına olan desteğinin yanı sıra, Yahudi topluluğuyla olan derin bağları ile de bilinmektedir. Roosevelt, Şubat 1945’te düzenlenen Yalta Konferansı’nda Stalin ve Churchill ile, Sovyetlerin Doğu Avrupa’da etki sahaları inşa etmesine izin verilmesi karşılığında, Yahudilere Filistin’de ulusal bir vatan teşkilinin ihtiyaç olması ve Yahudilerin göçünün önündeki engellerin derhal kaldırılması konusunda anlaşmaya varmıştı.
Deklarasyonun baş yazarına (René Cassin) gelince, o Fransız bir devlet adamıydı ve deklarasyonun yayınlandığı sırada Fransa’nın bir BM Temsilcisi idi. Bu sırada Cezayir Fransız işgali altındaydı ve Fransa, Cezayir’in Müslüman Arap nüfusuna aktif bir şekilde kuvvet uygulayarak, idamlarla, hapis cezalarıyla, işkenceyle ve her türlü baskıyla kendi dilini ve kimliğini empoze ediyordu.
Bu yazar Siyonist bir Yahudiydi, ‘Yahudi hakları’ olarak adlandırdığı şeyin aktif bir savunucusuydu ve Fransa’daki Yahudi ittifakının, Kuzey Afrika’daki Fransız sömürgeciliğinin aygıtlarından birinin başkanıydı. 1947 yılında BM’nin Filistin Komitesi, Yahudilere bir vatan teşkil edilmesi amacıyla, geniş çaplı bir Yahudi göçü ve Filistinlilerin topraklarının kullanılması için izin talep etti. Cassin tarafından yönetilen ittifak, Filistin’de toprak satın alarak Siyonist hareketin siyasi amaçlarının sağlamlaştırılmasına yardımcı oldu. Küçük Arap arazilerini Yahudi mülküne dönüştürdüler ve Doğu Avrupa’dan gelen Yahudi göçmenleri bu yeni teşkil edilen tarımsal kolonilere yerleştirdiler.
Bu, beyannamenin ideolojik ve siyasi arka planına kısa bir bakıştı.
Beyanname’nin kendisine bakacak olursak, içerisinde ne vardır?
Beyanname’nin ikinci maddesi şöyle belirtir:
‘Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat (…) gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.’
Bu, bahsettiğim gibi, kafirler Müslümanlarla eşit olmadığından, şeriata muhalif bir şeydir.
Dikkatinizi bir kez daha, İkinci Dünya Savaşı’nın dinsiz ve ahlaksız galiplerinin bu inanç sistemini insanlara empoze etmeyi arzuladığı gerçeğine çekmek istiyorum. Ve bu inanç sistemi, Müslümanların akidesi ile çelişmektedir.
(…)
Müslümanları, şu mantığı kullanarak tuzağa düşürüyorlar: Eğer dünyanın geri kalanıyla bir düşmanlık durumu içerisinde yaşamak istemiyorsanız ve dünyanın sizi tanıyıp kabul etmesini istiyorsanız, diğerleriyle eşit muamele görmeyi kabul etmeli ve BM’ye katılmalısınız.
BM’ye katılmak için de bu Şart’ı imzalamalı, kararları kabul etmeli ve böylelikle bunun yol açtığı inançsızlıktan ahlaksızlığa her şeye rıza göstermelisiniz. Ve bu bir defa yapıldığı zaman, Müslümanlara böyle programları uygulamaları ve bunun sonucunda doğan şerre teslim olmaları için baskı yaparlar.
Beyanname’nin üçüncü maddesi şöyle söyler:
‘Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.’
Buradaki özgürlük, eşit şekilde ahlaksızlık ve sapkınlıkta bulunma özgürlüğünü de icap ettirir.
16’ncı madde şöyle ilan eder:
‘Yetişkin erkeklerle kadınların, ırk, uyrukluk ya da din bakımından herhangi bir sınırlama yapılmaksızın, evlenmeye ve bir aile kurmaya hakkı vardır. Evlenmede, evlilikte ve evliliğin bozulmasında hakları eşittir.’
İslam şeriatı, gayrimüslim bir kişinin Müslüman bir kadınla evlenmesine izin vermez, böylece bu ilkeyi reddeder. Aynı zamanda bu madde erkek ile kadın arasında da ayrım yapmamaktadır.
Beşinci maddede şundan bahseder:
‘Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.’
Ağır cezalandırmalar hudud cezaları olarak yorumlanabilir. Kısas, hırsızın elinin kesilmesi, celde ve recm cezaları gibi.
19’uncu madde şöyledir:
‘Herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, müdahale olmaksızın kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırlarını gözetmeksizin bilgi ve fikirlere ulaşmaya çalışma, onları edinme ve yayma serbestliğini de kapsar.’
Bu zındık olma, insanları ahlaksızlığa davet etme, şeriatı reddetme ve bu fikirleri yayma özgürlüğünü de kapsamaktadır.
21’inci madde şöyle bahseder:
‘Halk iradesi, hükümet otoritesinin temelini oluşturmalıdır.’
Bir diğer deyişle, otorite, kaynağını şeriatın icrasından değil, halkın iradesinden alır. Yani eğer kitleler şeriatla hükmedilmesine karar verirse, onların seçtiği kişiler şeriatla hükmeder. Fakat şeriattan başka kanunlarla hükmedilmeyi seçerlerse, hükümet şeriattan başka kanunlarla hükmeder.
UNESCO’nun Faaliyetlerinin Bir Özeti
BM’ye yönelik eleştiriler siyasi ve hukuki alanlarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda örgütün bilimsel, kültürel ve eğitimsel faaliyetlerini de hedef almıştır.
Zevahiri’nin söz konusu eleştirileri Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’nü (UNESCO) temel almaktadır:
“UNESCO, BM’nin eğitim, bilim ve kültür alanında uzmanlaşmış kuruluşlarından biridir. Resmen, BM’nin bir kuruluşu olarak Kasım 1946’da ilan edilmiştir.
UNESCO’nun geniş kapsamlı bir faaliyet alanı vardır. UNESCO’nun ‘İnsan Irkı ve Onun Kültürel ve Bilimsel Süreci Ansiklopedisi’ isimli bir yayınında, İslam hakkında şunlar söylenmektedir:
‘1- İslam Yahudilik, Hıristiyanlık ve Arap putperest ritüellerinin bir karışımıdır.
2- Kuran akıcı ve etkili olmayan bir kitaptır.
3- Peygamberin sözleri onun vefatından sonra insanlarca ortaya atılmış ve ona atfedilmiştir.
4- Müslüman hukukçular İslam hukuku sistemini Roma ve Pers hukukundan, Tevrat’tan ve Kilise kurallarından türetmiştir.
5- Kadın, Müslüman toplumlarında değersiz bir şeydir.
6- İslam, azınlıkları onlara cizye ve haraç vergilerini dayatarak hüküm altına almıştır.’
Bu kuruluş, BM’nin üye ülkelerince finanse edilmektedir. Bu yüzden eğer bir devlet BM’ye katılırsa, Müslümanların servetinden ödeme yapmalıdır ki BM ateistleri ve İslam düşmanlarını finanse edebilsin.
İslam Emirliği, -Taliban’ın ilk iktidar olduğu dönem kastediliyor- Molla Muhammed Ömer döneminde Buda heykellerini yıkmaya karar verdiği zaman, UNESCO, İslam Emirliği’ne karşı kirli bir karalama kampanyasına öncülük etmişti. Dönemin UNESCO Genel Direktörü olan Japon Budist Shiro Motora, farklı ülkelerin, heykellerin yıkılmasının durdurulması için müdahalesini talep etmiştir. Onun heyeti Afganistan’da on günden fazla süre durmuş ve Taliban hükümetini Buda heykellerini yıkmaktan caydırmaya çalışmıştır. UNESCO, farklı ülkelerde 45 kültür bakanını, Taliban’a baskı oluşturmak ve heykelleri yıkımdan kurtarmak için, heykellerin ‘kötü durumunu’ vurgulamak üzere bir araya getirmiştir.
BM ve Müslüman Düşmanlığına Muhtasar Bir Bakış
Bu kısımda ise Zevahiri, BM’nin geçmişteki faaliyetlerinden pratik örneklerle eleştirilerini sürdürmektedir:
“BM’nin dine ve ahlaka karşı düşmanlığının vecheleri arasında, kadın ve nüfusa dair çeşitli konferansları da vardır, 1994 Kahire Konferansı, 1995 Pekin Konferansı, 2000 New York Konferansı ve diğer benzer konferanslar gibi.
Tüm bu konferanslarda BM, zina ve eşcinsellik, geç evlenme, fahişelere saygı, gençlerin evlilik öncesi ahlaksızlıklara karışması, erkek ve kadınlar için eşit haklar gibi uygunsuz şeylerin yayılmasını teşvik etmiştir.
Filistin meselesinde BM, 1947 yılında Filistin’i parçalayan kararı onaylayarak İslam ümmetine karşı tecavüzde bulunmuştur. Daha sonra İsrail’e, 1967 yılında onaylanan 242 sayılı kararla Filistin topraklarının aslan payı verilmiştir.
Bosna’da BM’nin suçluluğu, Müslümanlara silah ihracatının yasaklanmasıyla ve Sırpların Müslümanları öldürmesine müdahale etmemesiyle, durumu sessizlik içerisinde seyretmesiyle ifşa olmuştur. Tıpkı Srebrenitsa Katliamı’nda, tek bir olayda 7 bin Müslümanın öldürülmesi gibi.
Çeçenistan meselesinde, BM Çeçenistan’ın mücrim Haçlı devlet Rusya’nın parçası olduğunu ilan etmiştir.
Irak’a yaptırımlar uygulayan da BM’dir ve bu yaptırımlar sebebiyle yarım milyon Iraklı çocuk yaşamını yitirmiştir.
Bugüne kadar Keşmirlilerin kendi geleceklerini tayin etme hakkını görmezden gelen ve reddeden de BM’dir. Ki bu 60 sene evvel onların hakkı olarak tanınmıştı.
Afganistan konusunda, BM Bonn Konferansı’nda Amerika’nın kuklalalarını toplamış ve kazananı önceden belirlenmiş seçimlere nezaret etmiştir. Savaştan önce de savaş sırasında da, BM Afganistan’a yaptırım uygulamıştır. Aynı zamanda Afganistan’daki katliamlar karşısında sessiz bir gözlemci olarak kalmıştır. Tıpkı Kale-i Cengi katliamı, esirlerin Şibirgan’a nakledildikleri esnada boğulması, binlerce mahkumun Bagram, Kandahar, Şibirgan ve Guantanamo’da işkence görmesinde olduğu gibi.
Somali de BM bayrağı altında işgal edilmiş, Etiyopyalılar, Burunduliler, Ugandalılar ve Kenyalılar Somali’nin işgalinde yer almıştır.
BM, Güney Sudan’ın bölünmesi ve daha sonra bağımsız bir devlet olarak tanınmasında da aktif bir rol oynamıştır.
BM şimdi de güçlerini Lübnan sınırlarında konuşlandırmaktadır ki Filistin dışındaki mücahitler içeridekilerle bağlantılarını kaybetsin, böylece Filistin’in kuşatılması tamam olsun.
Doğu Timor’un Endonezya’dan koparılmasını tanıyan da BM iken, aynı BM böyle bir kararı Çeçenistan, Kafkaslar, Keşmir, Ceuta, Melila ve Bosna için ise reddetmektedir.
Sonuç
Sonuç kısmında El Kaide lideri Zevahiri, yukarıda değinmiş olduğu konuları bir araya getirerek kısa bir şekilde çözümleme yapmıştır.
Zevahiri, bu şartlar altında Müslüman bir devlet oluşumunun BM’nin bir parçası olamayacağını vurgulamış, bunun İslam şeriatı ile çeliştiğini ifade etmiştir:
“Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler bir uluslararası iş birliği örgütü değildir. Bundan ziyade, İkinci Dünya Savaşı’nın dinsiz galiplerince, hegemonyalarını ve inanç sistemlerini dünyanın geri kalanına empoze etmek için oluşturulan bir örgüttür. Kısacası, Allah’ın şeriatı ile hükmetmeyen, insanları ahlaksızlığa ve zındıklığa davet eden, İslam’a ve İslam’ın peygamberine hakaret eden ve Müslümanlara karşı tecavüzlerde bulunan bir oluşumdur.
Öyleyse nasıl olur da şeriata hürmet eden, ahlaksızlık ve zındıklığı yasaklamak için mücadele eden, dini ve peygamberi hususunda hassas olan, Müslüman kardeşlerine yardım eden bir Müslüman, böylesi bir örgütün parçası olmayı kabul edebilir?”
Bu çalışmada alıntı olarak yer verilen ifadeler, akademik literatüre kaynaklık edebilmesi amacıyla orijinal haliyle aktarılmıştır.