Somali merkezli Genç Mücahitler Hareketi (Eş Şebab), fikri altyapısı ve bakış açısı çoğunlukla ihmal edilen, askeri yapısı öne çıkartılıp entelektüel arka planı gölgede kalan bir yapılanma niteliğinde.
Somali etnik kökenine sahip Etiyopyalı bir cihat yanlısı tarafından kaleme alınan bu değerlendirme, Eş Şebab’ın Doğu Afrika’da İslam’ın geleceğine ilişkin bakış açısına ışık tutuyor.
Bu makalenin ana temasını sizlere iletmeden önce, sizlere şeriat hukukunun gerçek manasını sunmak gerektiğini düşündüm. Zira Batı, bilhassa ABD medyası, şeriatın Amerikan anayasasının yerine geçeceğine ve gayrimüslimlere şeriatın empoze edileceğine dair bir histeriyi beslemektedir. Örneğin, 9 Amerikan eyaleti şeriatı yasadışı ilan etmiştir. Tennessee’deki 1028 numaralı yasa, şeriatı terörizmle eşdeğer tutmaktadır. Öyleyse, bu nedensiz kaygı nereden gelmektedir? Batı ve müttefikleri neden şeriattan nefret etmektedir? Muhtemelen buna verilebilecek tek yanıt, Haçlılardan kalıntı, yok olmak bilmeyen inançlar sebebiyle İslam’ın kasıtlı olarak yanlış yorumlanmasının yol açtığı, çağdaş Hıristiyanlar katındaki entelektüel cehalettir.
Neredeyse bin yılın ardından, İslam mefhumu halen tedirgin edici bilinçaltı duyguları tetiklemektedir. İslami bir karaktere sahip olan her şey eksiklik, Müslümanlar da alt sınıf varlıklar olarak addedilmektedir. Bu içsel düşünce asli dini saikini yitirmesine rağmen, değişmeden kalmıştır. Örneğin 5 Şubat 2017 tarihinde Amerikan Başkanı Barack Obama, Ulusal Dua Kahvaltısı’nda sadece İsa aleyhisselam adına çirkin suçların işlendiğini söylediği için ülke çapında bir karmaşaya yol açmıştı: “Hatırlayın ki Haçlı seferleri ve Engizisyon esnasında insanlar İsa adına korkunç suçlar işlemiştir. Bizim ana vatanımızda da kölelik ve Jim Crow sıklıkla İsa adına meşrulaştırılmaktadır.”
Birçok insan kendi başkanları Batı’nın eleştiriden muaf olduğuna dair illüzyonu desteklemediği için kızmıştır. Çünkü Haçlı seferlerinin sözde “asil emellerini” kınamak ve aralarında Müslümanların da olduğu kurbanlar için pişmanlık bildirmek “güvenli bölgenin” dışındadır. Elbette bu makalenin ana fikri Haçlı seferleri değil, bunların entelektüel etkileri, Müslüman kanını değersizleştiren ve İslami kültürel tecrübeyi tahkir eden içkin tavırlarıdır.
Bu kanının aksine şeriat, İslam geleneğinin bir parçasını teşkil eden dini bir hukuktur. Şeriat, İslam’ın dini kaidelerinden, başta Kur’an ve hadisten kaynağını alır. Arap dilinde şeriat mefhumu, Allah’ın değişmez ilahi yasasına atıf yaparken, buna kıyasen fıkıh ise bunun, alimlerin yaptığı beşeri tefsirlerine işaret eder. Britanya’da Canterbury Başpiskoposu Rowan Williams, şeriatın tatbikini desteklemiş, “İslam hukukuna resmi statü verilmesinin toplumsal uyuma katkıda bulunacağını” belirtmiş, gerekçe olarak da Müslümanların Britanya hukuk sistemiyle ilgilerinin olmamasını göstermiştir. Bu açıklamasına gösterilen reaksiyon ise nefret olmuştur. Nijerya’da 12 eyalet şeriat hukukunu başarılı bir şekilde tatbik etmektedir. Oxford Uluslararası Kalkınma Departmanı’ndaki (ODID) Nijerya Araştırma Ağı tarafından yürütülen bir araştırma projesine göre “şeriat mahkemeleri, bazı açık problemlerine rağmen, genel olarak hizmet verdikleri insanları tatmin etmektedir.” Ve dini kurumlara yönelik yaklaşımlar gayet olumludur. Bilhassa, sakinlerinin yüzde 84.3’ünün, “hisbe” teşkilatının polisten daha güvenilir olduğunu söylediği Kanu eyaletinde.
Etiyopya, dünyanın birçok bölümünde bilinmezken İslam’ı kabul eden ilk yabancı ülkedir. Buna rağmen, geçmiş ve günümüz Etiyopya liderleri, İslam’ı ve tesirini geriletmek için Waaqeffana (yerel bir dini inanç), milliyetçilik, kabilecilik gibi yabancı mefhumları kasten teşvik etmiştir. Bunun bir neticesi olarak, Müslüman nüfusu yekpare bir dini blok olarak tutan din temelli bağlar yok olmuş, bu da uyumsuz grupların neşet etmesine yol açmıştır. Bu kulağa yerel olarak tasarlanan bir ajanda olarak gelebilir, ancak Müslümanların nihai sonuna karar verenler Batılı milletlerdir.
Rejimler cezai önlemler alma konusunda esnekliğe sahip olabilirler ancak buna rağmen Batılı politikaların önceden belirlenen amaçlarını ve rotasını değiştirecek yetkiye sahip değillerdir. Dolayısıyla Etiyopya Müslümanları, yasal hale getirilmiş bir baskıyla, alternatif bir yönetim tarzı önermeleri sebebiyle “terörist” olarak etiketlenmek arasında yakalanmış vaziyettedir. Sonuç olarak, kendi varlıklarını dahi inkar eden bir anayasanın amigoları olmaya zorlanmaktadırlar. Ancak çok şükür ki Etiyopyalı Müslümanlar arasında bir uyanış hissiyatı bulunmaktadır ve sapmış kimselerce yönlendirilme fikri artık makul karşılanmamaktadır. Benzer şekilde, “terörist” olarak etiketlenmek de cesaret kırıcı tehditkar etkisini yitirmiştir.
Evet, “şeriat” ismini alan bir mahkememiz mevcut. Ki bu mahkeme, insanların anlaşmazlıklarını ve şikayetlerini gideren bir mahkeme olmaktan çok, şeriat hukukunu Batılı yaşan tarzıyla uyum içerisinde yaşayabilecek bir hale getirmek üzere tasarlanan bir mahkemedir. Saygın ismine rağmen, görevleri yalnızca evlilik ve boşanma belgeleri vermekle sınırlıdır ve ceza hukuku yargı yetkisinin dışındadır. İslam’a göre bu mahkeme bir şeriat mahkemesi değildir. Ancak, yanlış bilgilere sahip bazı Müslümanlar bu mahkemeye yalnızca İslami rayihası sebebiyle başvurmaktadır. Kendi hassasiyetlerinin, kötü niyetli yapılarca İslam’ı alçaltmak için kullanıldığını bilmemektedirler. Maalesef, dini bir motivasyonla ortaya çıkan “bize ait bir kurum” hissiyatı ne dini hikmetle ne de mantıkla izah edilebilir. Bu kurmaca mahkemeye dair İslami olan tek şey, tozlanmış masasına öylece duran yüce Kur’an’dır. Doğrusu şu ki böylesi bir mahkemeye başvurmak, İslam ile taban tabana zıt bir harekettir.
Etiyopya Müslümanları: İçerideki Düşman
İslam, Etiyopya’ya yabancı değildir. Hıristiyan Aksum Krallığı’nın (günümüz Etiyopya’sı) lideri Necaşi, İslam’ı kabul ettiği için Kureyş tarafından zulme uğrayan ve yurtlarını terk eden Rasulullah Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ashabını karşılayan kişidir. İbn İshak’ın Siretu’n Nebevviye eserine göre, Rasulullah, ashabının uğradığı ızdırabı gördükten sonra onlara şöyle söylemiştir: “Orada, ülkesinde insanlara zulmetmeyen bir kral vardır. Onun adil idaresi altında yaşayın, orayı kendinize yurt edinin. Allah size bir ferahlık verecek, bana ve size bir çıkış yolu ihsan edecektir.”[1] 613 yılında ilk gelen muhacirleri 615 yılında ikinci bir grup izlemiştir.
Ancak bu müstesna dönemdeki misafirperverlik ve dini hoşgörü bugün Etiyopya’da mevcut değildir. Bu muamelenin tek sebebi Necaşi’nin dikkate şayan derecedeki kibar şahsiyetidir, bu müşfik davranışın sebebi budur. Doğrusu Hıristiyanlık 7’nci yüzyılda vahyedilmesinden bu yana daima İslam ile savaş halinde olmuş ve hatalı bir biçimde onu kendi varlığına tehdit olarak görmüştür. Geçmiş çatışmaların yeniden ortaya çıkan safhaları, İslam ve Müslümanlara karşı psikolojik yaralara, karşıt düşüncelere ve olumsuz varsayımlara yol açmıştır.
Örneğin, 1855-1868 yılları arasında Etiyopya’da hüküm süren İmparator 2. Tewodros, Müslümanları Hıristiyan olmakla imparatorluk topraklarını terk etmek arasında seçime zorlayarak çıtayı yeni bir düzeye yükseltmiştir. Bazı Müslümanlar bu zorlama sebebiyle din değiştirmiş, bunu yapmayanlar ise Sudan yakınlarındaki Gojjam’ın batı kısımlarına giderek İslam’ı yaşamaya devam etmiştir. Tıpkı bunun gibi, İmparator 2. Tewodros’un haleflerinden olan ve 1872-1889 arasında hüküm süren İmparator 4. Yohannes, Müslümanları din değiştirmeye zorlamayı sürdürmüştür. Bunu dini bütünlüğü sağlamak için yapmış ve Müslümanların üç yıl içerisinde vaftiz olmalarını emretmiştir.
Benzer şekilde 2. Menelik de Nisan 1891’de Avrupalılara gönderdiği bir mektupta Etiyopya’yı “Müslüman denizinde bir Hıristiyan adası” olarak nitelemiştir. Bu ifade Müslümanları, içerideki bir düşman ve ulusal kimlik olan Ortodoks Hıristiyanlığa karşı bir baş ağrısı olarak tasnif etmektedir. Tüm girişimlere rağmen, Etiyopyalı Müslümanlar üzerinde atılı kalan bu inatçı şüpheyi dağıtmak yahut baştan savmak mümkün olmamıştır. Bilhassa suçlama bir Müslüman olmaksa… Müslümanlar 4. Yohannes’in dini bütünlük konseptine teslim olmadıkları sürece daima hedefte olmaya devam edecektir. Ki bu konsept, Müslümanların tamamen din değiştirmesi veya yok olan (geçmiş) dini ilkeleri canlandırması anlamına gelmektedir. Halihazırda bir Müslümanın, İslam’ın bu bozulmuş versiyonuna uymadığı sürece, dini gereklilikleri yerine getiren bir Müslüman olması ve aynı zamanda cezaevinin dışında kalabilmesi mümkün değildir.
Yakın tarihte, birbirinin peşi sıra yönetime gelen Selassie, Mengistu ve Zenavi gibi Etiyopyalı liderlerin tamamı zalim bir tabiata sahiptir. Zalimliklerinin düzeyi temel olarak benzer olmasına rağmen zulüm biçimleri ise oldukça çeşitlenmiştir. Selassie, kitlelere dini bir gözle Hıristiyan olanlar ve olmayanlar olarak bakan despot bir liderdir. İktidarda olduğu dönem sırasında sözlü bir tarih anlatımına göre, çok sayıda Müslümanı atalarına ait topraklardan çıkarmış ve onları bir tür haraç olan Gibir isimli bir parayı ödemeye zorlamıştır. Mengistu, ayrım gözetmeyen kızıl terör kampanyası kimseyi ayırt etmemiş olan bir Marksist-Leninist’tir. Onun gözetimi altındaki Qey Shibir (bir tür toplu katliam ve terör kampanyası) boyunca 30 bin ile 750 bin insan öldürülmüştür ki bunlar arasında Müslümanlar da vardır.
Zenavi, “Teröre Karşı Savaş”ta vazgeçilmez bir müttefik olduğu için Batı’dan “serbest geçiş hakkı” elde eden modern bir diktatördür. Uluslararası arenadaki itibarını korumak için baskıcı faaliyetlerini etkileyici yasal cümlelerle, akıllı bir şekilde perdelemiştir. Tuhaf bir şekilde Zenavi, sahadaki korkunç realiteyi örtbas etmek için Etiyopya İnsan Hakları Gözlemevi’ni kurmuştur. Bunun bir neticesi olarak, önemli siyasi şahsiyetler, geride adli deliller bırakılmadan suikasta uğramıştır. Birçok kişi düzmece mahkemelerde sahte terör örgütlerine üye oldukları iddiasıyla mahkum edilmiş, bazıları sığınacak bir yer arayarak kaçmış, geri kalanlar ise pasif duruma geçmeye mecbur edilmiştir. Bu durum Zenavi’yi siyasi arenanın tek yıldızı haline getirmiştir.
Ancak bu kurumun bazı kirli çamaşırları kasıt olmaksızın kamuya açıklanmıştır. Örneğin, dünyadaki en kötü cezaevi olan Ogadin Cezaevi’nin sözde Ogadin Ulusal Kurtuluş Cephesi mensupları, herhangi bir suçlama yahut verilen bir hüküm olmaksızın tutulmaktadır. Etiyopya İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre “Yetkililer bir tür cezalandırma ve utanç ve korku aşılama girişimi olarak mahkumları tamamen soymuş ve onları tüm cezaevi önünde aşağılayıcı şeyler yapmaya zorlamıştır.” Somali Bölgesi’nin eski başkanı olan Abdi Mahmud Ömer ve şürekası kirli işleri yapmaktaydılar, ancak bu kötü şöhretli cezaevinde olan biten her şeyi yöneten aslen Zenavi’ydi. Burada tutulan eski bir mahkum olarak, Etiyopya cezaevlerinin işkence ve kötü muamele ile eş anlamlı olduğunu söyleyebilirim. Ve bu sebeple insanın buralarda akıl sağlığını koruması oldukça zordur. Bu korkunç ortam insanın ruhunu zayıflatabilir fakat salih bir Müslümanın manevi inancını kıramaz. Bu tartışılmaz tağutu deviren şey sonunda bir beyin tümörü olmuştur ancak yaptıklarının anıları onun fani bedeninden uzun yaşayacaktır.
İç Savaş
Etiyopya istikrarsızlık, tahmin edilemezlik, kabilevi çekişmeler, Kalaşnikof ile elde edilen saygılarla dolu tuhaf bir manzara sunar. Bunun bir getirisi olarak mecburen, insana beklenmedik şiddet durumlarından çabucak kaçabilmeyi öğretir. Tabiatın çalkantılı güçlerince şekillendirilen ve tekrarlayan şiddetli çatışmalarla katılaşan Müslümanlar; kanlarının meşru olmayan bir şekilde dökülmesini, yargısız hapis cezalarını, tağuti idarecileri ve sosyal çalkantıyı çok yakından tanımaktadır. Bu savaş belki de intikamla ilgili olabilir, ancak üstünlük arayışı ana sebeptir. Ve itaatkar kalabalıklar enkazdan bir muzaffer tarafın çıkmasını askıda beklemektedir. -Beni bağışlayın- kutlamaları başlatmak için… Savaşın tabiatı yıkıcı olmasına rağmen, oluşan durum Müslümanlar için bir soluklanma imkanı sunmuştur. Zira Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (THKC) öncülüğündeki yönetim, geçmişte Etiyopya ve Somali’de Müslümanlara karşı mezalimler gerçekleştirmiştir. Görünen o ki şimdi Allah subhanehu ve teala bir zalimi başka bir zalimle cezalandırmaktadır.
Mevcut Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed ise kendisini yeni bir kurtarıcı olarak, yalnızca projeleri olan bir kişi değil aynı zamanda Etiyopya’yı yoksulluktan kurtarabilecek entelektüel kapasitesi olan bir kimse olarak lanse etmektedir. Belagatli bir hatip olarak o müreffeh bir gelecek tablosu çizmiştir. Hesap verilebilirlik, etnik gruplar arasında uyum ve süreğen bir sivil özgürlük vadetmiştir. Doğrusu, amaçları olan bir kimse olduğunun bir işareti olarak bazı siyasi mahkumları serbest bırakmıştır. Kibar gülümsemesi, genç görünüşü, kazandığı Nobel Barış Ödülü ve medyanın yoğun ilgisi; üstün bir karakter ve bir seher rüyası cazibesi meydana getirmiştir.
Abiy Ahmed, şahsi anlamda iyi bir insandır ancak onu bu vazife için ehliyetsiz hale getiren iki kusuru bulunmaktadır: Kolay aldatılmak ve kabilevi bağlılık. Bu noksanlıkların birleşimi, onun hakkındaki sağlam muhakemeyi örtmekte, onu halkın işlerini şahsi bir düzeyde yönetmeye mecbur bırakmaktadır. Onu büyük resmi ve eylemlerinin nihai sonuçlarını görme kabiliyetinden mahrum bırakmakta, şahsi duyguların idare sürecine kılavuzluk ettiği öznel bir ortam oluşturmaktadır. Bu hükümet kaçınılmaz olarak, sosyal reform adı altında yaptıklarından çok daha fazlasını yok edecektir. Abiy’in romantik hususi yolları, halihazırda etnik gruplar arasında var olan boşluğu daha da genişletecek ve uzlaşma olasılığını daha fazla uzaklaştıracaktır. Bu velveleden yararlanan Amharalar haricinde Etiyopyalılar için gelecek kasvetli görünmektedir. Amharalar iktidarda kalmak için kendilerinin desteğine ihtiyacı olduğu sürece Abiy Ahmed’i bir limon gibi sıkmaya devam edecektir.
Aralık 2019’da Abi Ahmed, Etiyopya-Eritre barış anlaşması sebebiyle Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Ödül töreninde yaptığı konuşmada dünyaya “Savaş cehennemin timsalidir.” demişti. Ancak şimdi Bay Abiy yeniden savaştadır, ve bu sefer kendi halkına karşı… Hükümetindeki etkin Tigraylıları üst düzey görevlerinden almış, THKC bu görevden almayı, hakları olarak gördükleri şeylerin hileyle ellerinden alınması olarak yorumlamıştır. THKC militanlarının 4 Kasım 2020 tarihinde Mekelle yakınlarında Etiyopya Ulusal Savunma Güçleri’nin bir üssünü bastığının ifade edilmesinin ardından durum kontrolden çıkmış, Abiy acilen düğmeye basmıştır.
1991 yılındaki güç mücadelesindeki başarılarından aldıkları motivasyonla Tigray Savunma Güçleri, hayatta kalmak için son savaşı vermek üzere siperlere girmiştir. Addis Ababa’nın planı, federal devletçiklerin sahip olduğu gücü azaltmaktır. Ve Amharaların intikam odaklı coşkusu, savaşa yeni bir ad eklenmesine yardımcı olmuştur: İç savaş. Abiy ise bu durumu önemsememiştir. Düşman tarafa avantaj sağlayan dağlık bir arazide verilen asimetrik bir savaşta Etiyopya ordusunun, Tigray güçleri karşısında direnebilmesinin yolu yoktur. Ancak Abiy buna rağmen yoluna devam etmiştir. Fakat bunun neticesi 6 bin savaş esiri verilen bir rezalet olmuştur.
Ortada bu savaşı meşru gösterecek bir ihtiyaç yoktu, risk oldukça büyüktü. Doğrusu THKC’nin başkanı Gebremichael ganimeti paylaşmaya hazırdı. Ancak Abiy, Tigraylara karşı kesin bir askeri zafer elde etme ihtimalinin neredeyse sıfır olduğunu bilmesine rağmen, savaşı siyasi uzlaşıya tercih etmiştir. Kısacası, iki yıllık beyhude iç savaşın ardından, savaş geçici olarak durmuştur, en azından şimdilik. Abiy ise siyasi bir çıkmaz içerisindedir.
Etiyopya ağırlıklı olarak Müslümandır. Amhara ve Tigray Hıristiyanlar sayı olarak da coğrafya (hakimiyeti) olarak da daha az haldedir. Merkezi İstatistik Kurumu tarafından sunulan rakamlar gerçek dışıdır, zira bu kurum kayıtlarda yaptıkları tahrifatla bilinmektedir. Coğrafi olarak, Müslümanlar tüm Etiyopya’ya yayılmış haldeyken, Hıristiyanlar ise dağlık arazilere hapsolmuş vaziyettedir. Buna rağmen -Hıristiyanlar- insanların tereddütsüz kabile bağlarını akıllıca, kendilerine çıkar sağlayacak şekilde istismar etmiş, onları sonu gelmeyen kabile çatışmalarına sokmuştur. Tıpkı Benishangul-Gambella, Sidama-Arsi, Burji-Konso, Karrayyu-Afar, Boran-Garr çatışmaları gibi… Bunu kendilerine karşı çıkan kimse olmadan liderlik rolünü elde etmek için yapmışlardır.
Eski bir sömürgeci yöntem olan “böl ve yönet” metodunun bir versiyonunu kullanmışlardır. Bu versiyon, Etiyopya’nın sosyal ayaklanmalarını kitleleri kontrol etmek için yetenekli bir şekilde hazırlanmıştır. Tek fark, bu versiyonun çok daha kanlı olmasıdır. Bu ürkütücü vaziyet, bizim umutsuzluğumuzun ve düşmanın ileri görüşlülüğünün kaynağının rehavet olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Savaşa gelince, bu her bir darbenin önem arz ettiği ve kazananın her şeyi elde edeceği bir devler muharebesidir.
Şeriat Hukukuna Giden Yol
Bazı Müslümanlar canlarını ve mallarını, “başarı ihtimali olmayan bir macera” olarak gördükleri şey için feda etmek istememektedir. Maalesef yaşanılan meşakkat de -bir manevi bitkinlik içerisinde- bu dini girişimin maneviyatını ve icraatını azaltmaktadır. İslam’ı yarı zamanlı şekilde, gündelik rutinle çatışmayan ve yetkililerin dikkatini çekmeyecek belirli ibadetler arasından, dikkatli şekilde alışveriş yaparcasına yaşamak gibi bir mantık bulunmaktadır. Lakin yarı zamanlı İslam, İslam değildir. Dünyalık meselelere dair sınırsız şehvetle birleşen İslami ilim eksikliği, Allah bilincini tamamen maskelemektedir. Bu durum, dini bir ehemmiyeti olmayan, zahiri, cansız ritüellerle sonuçlanmaktadır.
Lanet, İslam’ın göreneklere dayalı ritüeller olarak görüldüğü gerçeğinde yatmaktadır. Birçokları, zahiren -İslam’a- itaatkar olsalar da, aslen İslam’ın entelektüel ve manevi ilkeleri konusunda agnostik davranmaktadır ve yaygın felsefeyi tercih etmektedir: Demokrasiyi…
Batılı ideallerin özel vaatlere sahip olduğunu, sosyal olsun diğer konularda olsun tüm tasvirlerin, daha geniş algılar için Batılı kültür çevresine bağlanması gerektiğine düşüncesizce inanmayı… Ve bunun bir neticesi olarak, Müslümanlar tüm cephelerde imkanları kıt ve mahrum bir haldedir. Bu noktaya nasıl geldik? Mevcut nesil, salih selefimizi zirveye çıkaran ana unsuru, cihadı terk ederek yoldan saptı. Ve bizlere yardım ettiğinden daha çok bizi ifsad eden yabancı bir medeniyeti benimsedi.
Bozulmuşluk hali, bir din olarak İslam’da değildir, bilakis İslam, müntesiplerine kendi sınırları içerisinde hareket hürriyeti sağlayan manevi bir tasavvuru ve erdemli bir toplumun ana hatlarını sunar. Zira insanın ihtiyaçları zamanla bağlantılıdır ve dolayısıyla değişime tabidir. Fakat başarısızlık, Müslümanların onu can-ı gönülden benimsemeye yönelik ihmalinden kaynaklanmaktadır. Kurtuluş ve kalıcı bir zafer Kur’an ayetlerine bağlıdır. Başarının seviyesi, İslam’ın müntesiplerinin saflığı ve takvasıyla orantılıdır. Bu değerlerin yokluğu ise cehalet anlamına gelmektedir ki bu nihayetinde İslam’ın gelişen hayat tarzını sona erdirecek ve animalizme benzer bir tür belirsiz ruh haline sebebiyet verecektir. Belki de bugünün Müslümanları şeriata geçmişteki nesillerden çok daha fazla muhtaçtır.
İmparatorlukların Mezarlığı
Şeriat hukuku daima Afganlar için ana bir gaye olmuştur ve Afganlar, işgalcileri ezmek gibi sürekli bir şöhrete sahiptir. Aslında Afganistan “İmparatorluklar Mezarlığı” olarak bilinmektedir. Britanya İmparatorluğu 1839’da ve Sovyetler Birliği 1979’da Afganistan’ı işgal etmiş, ikisi de büyük kayıplar ve çizilmiş bir imajla geri çekilmiştir. Benzer şekilde 2001 yılında da güçlü Amerika’nın kuvvetlerinin de içerisinde olduğu NATO, şişirilmiş bir ihtiras ve Tora Bora Dağları kadar yüksek bir egoyla Afganistan’a gelmiştir.
Ancak sabır, boyun eğmeyen bir dini inanç ve Amerika’nın üstünlük yanlısı düşünce tarzını paramparça eden askeri kayıplar, onları elleri boş bir şekilde çekilmeye zorlamış, Afganistan’ın kontrolü Taliban’a kalmıştır. Taliban’ın Başkanlık Sarayı’nda olduğunu, Amerikalıların da uçaklara konserve kutuları gibi doluşarak kaçtığını görmek, ümmeti gururlandıran, bayram gibi bir manzaraydı. Taliban’ın zaferindeki tartışılmaz gerçek, demokrasinin kaybettiği ve şeriatın kazandığıdır. “Ve tekbir getirerek O’nun şanını yücelt!” (İsra Suresi, 111’inci ayet) Allahu ekber.
İslam’ın, kendisine sıkı sıkıya inanan kimselerce muhafaza edilmesi ve yayılması gerekir. Cihad olmaksızın Kur’an yalnızca rafta duran bir kutsal kitap haline gelir ve nüzul sebebini boşa çıkarır. Belki de bizler bu tarihi olayı, kendimizi yorulmak bilmeksizin bu yüce gayeye adayarak, tesirimizin hızını artıracak bir itici güç olarak kullanabiliriz. Ve Etiyopya’da gün bugündür.
Dikkat edin, İslam’ın, İslami şehadetin hakikat mi sahte mi olarak dile getirildiğini -imtihan ederek- tasdik etme ve İslam’ın nurlu hidayetine tabi olmayanları yahut yoldan sapanları, kafirlerin elleriyle cezalandırma gibi bir alışkanlığı vardır. Etiyopya’da doların alimleri az, olaylara aldırış etmeyen kimselerin sayısı ise fazladır. Fakat netice olarak, toplu cezalandırma yalnızca aramızdan günahkarlara değil sessiz çoğunluğa da inmektedir. Sonuç olarak, birçok Müslüman güvende olmak için Hıristiyan isimlerini benimsemiş, diğerleri ise kendilerini garantiye almak için, zalim bir kurum olan orduya katılmıştır. İronik bir şekilde, İslam olduğumuz için kurban ediliyoruz fakat İslam hakkında tamamen cahiliz.
Kısacası, Müslümanların kurtuluşu şunda yatıyor:
“Kendilerine kitap verilenlerden; Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram ettiği şeyleri haram saymayan, hak dinini kendine din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe Suresi, 29’uncu ayet)
Bazı insanlar bu modern çağda söz konusu ayetin uygulanabilirliğini sorgulayabilir. Biz de onlara deriz ki “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” (Bakara Suresi, 140’ıncı ayet) Şayet doğru düzgün teçhiz edilmemiş Taliban savaşçıları, eşsiz donanıma sahip Batılı orduların -Allah subhanehu ve teala’nın yardımıyla- üstesinden gelebiliyorsa, askeri olarak etkisiz olduğu bilinen Etiyopya ordusunu göz önüne alındığında, Müslümanların yaşadığı topraklara tevhid bayrağını dikmek ne kadar sürer? Yolumuzu tıkayan şey düşmanlarımızın askeri potansiyeli değildir ki Taliban bunun yaşayan bir örneğidir. Yolumuzu tıkayan, Müslümanların kendilerinin şeriata ayak bağı olmasıdır.
Son olarak, bu makalenin maksadı, bilgi verme amacının yanı sıra, demokrasinin aldatıcı dalgalarında boğulanlara nasihat etmek ve uyuyan devleri, Etiyopya’da İslami bir devrim için uyandırmaktır. Şeriat hukukunu tamamen yeniden tesis etmek dini bir farizadır ve eğer bu hususta başarılı olursak, bu şüphesiz bizlerin yabancıların tahakkümünden kurtaracaktır. Bunu başarmak kulağa zor gelebilir, ancak bu büyük mesuliyetin mükafatı, dağları oynatacak kadar güç harcamakta değil, kişinin elinden geleni yapmaya çalışmasında yatmaktadır.
“Allah emrinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf Suresi, 21’inci ayet)
Hasan Jarso Kotola
Nagelle Borana, Etiyopya
*Hasan Jarso Kotola Etiyopya’nın Ogadin bölgesinden olan, Somali etnik kökenine sahip bir cihat yanlısı lider. Katola halen Etiyopya ve Kenya gibi bölgelerde cihat yanlısı faaliyetlerin içerisinde yer alıyor.
[1] Hadisin metninin tercümesi yapılırken oluşabilecek anlam karışıklıklarına engel olmak adına, İbn İshak’ın siyerinin 1988 yılında İstanbul’da yapılan Türkçe baskısında yer alan metin esas alınmıştır.