Türkiye ile Rusya’nın Suriye’deki askeri boyutlu ilişkilerine yakın dönemden bir açısıyla yaklaşabilmek için Barış Pınarı Harekatı ile Bahar Kalkanı Harekatı süreçlerini incelemek gerekiyor.
Türkiye ilk olarak 9 Ekim 2019’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve desteklediği Suriyeli muhalif unsurlarla Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın bölgedeki yapılanması olan YPG’nin kontrolündeki bölgelere yönelik askeri bir harekat başlattı. Kısa süre içerisinde Tel Abyad ve Ras el Ayn kent merkezleri TSK ve desteklenen muhalif unsurlarca kontrol altına alındı. 17 Ekim tarihinde askeri harekat durdurulurken, Türkiye’deki mevcut iktidar tarafından yapılan açıklamalarda, harekatın her an yeniden başlayabileceği ifade edildi. 22 Ekim tarihinde Türk ve Rus tarafları Rusya’nın Soçi kentinden bir araya gelip, ortak bir mutabakata imza attı ve 10 maddelik mutabakat metni açıklandı. Soçi Mutabakatı sonrasında Rusya ile Fırat’ın doğusundaki bölgede ilk ortak devriye süreci de başlamış oldu. Ardından 23 Ekim tarihinde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından yapılan açıklamada harekatın resmen sonlandığı ifade edildi.
Soçi Mutabakatı sonrası Rusya Savunma Bakanlığı tarafından açıklanan bölge planında, Esed rejimi güçlerinin Türkiye sınırındaki bölgede 15 kontrol noktası kuracağı ifade edilmişti.
Yüksek çözünürlük için görsele tıklayın
1 Kasım 2019 tarihine gelindiğinde Türkiye ile Rusya arasında Fırat’ın doğusunda ilk ortak devriye görevi icra edildi. 12 Aralık tarihine kadar Rusya ile bölgede 15 ortak devriye gerçekleşti. Sonrasında İdlib özelinde gelişen süreçle birlikte Türkiye bir süre bu devriyelere katılmamakla birlikte, sonrasındaki süreçte kısa süreliğine devriyelerin iptali kararı da alındı. Ancak bugün halen İdlib’deki M4 devriyelerinin gölgesinde kalsa da Türkiye ile Rusya arasında Fırat’ın doğusundaki bölgelerde ortak devriye faaliyetleri devam etmekte.
Fırat’ın doğusunda Rusya ile icra edilen ilk ortak devriyelerde TSK zırhlılarının doğrudan bölgedeki YPG yanlısı gruplar tarafından taşlandığı görüntüler o dönem oldukça ses getirmişti. Taşlarla hedef alınan zırhlılardan bazıları hasar görmüş, bazı devriyelerde Türk askerlerinin havaya ateş açtığı ifade edilmiş, hatta batılı haber kaynakları Türk askerlerinin açtığı ateş sonucu ölen ve yaralananların olduğunu öne sürmüştü.
Rusya ile Fırat’ın doğusundaki bölgede başlayan ortak devriyelerde dikkat çeken bir detay, ilk devriyelerde gerçekleşen “taşlamaların” yalnızca TSK zırhlılarına yönelik olmasıydı. Ancak sonrasındaki devriyelerde hem Türk gem Rus zırhlıları bölgedeki gruplar tarafından taşlandı.
Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik Barış Pınarı Harekatı’nı icra etmesindeki amaç, bölgede ABD’nin desteğiyle gittikçe daha güçlü bir oluşum haline gelen, YPG’nin önünü kesmek, sınır güvenliğini sağlamak ve bu bölgede örgütün varlığına tamamen son vermekti. Ancak Türkiye’nin bu operasyonla Fırat’ın doğusundaki amacına ne kadar ulaşabildiği ayrıca analiz edilmesi gereken bir konudur. Türkiye, Fırat’ın doğusundan Irak sınırına kadar olan bölgeye kadar bir süpürme harekatı yapmak yerine, Tel Abyad ve Ras el Ayn bölgelerini kontrol altına alıp, sonrasında bu iki bölgeyi birleştirip Rusya ile masaya oturup, masadan ise bölgede ortak devriye faaliyeti yürütme kararıyla kalkmıştır.
Ancak burada önemle altı çizilmesi gereken nokta, Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanabilmesi için Suriye’nin kuzeyinde ve doğusundaki YPG varlığının tamamen sonlandırılması gerektiği hususudur. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da Birleşmiş Milletler 73. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Hedefimiz, Münbiç’ten başlayarak Irak sınırına kadar olan Suriye topraklarının tamamını teröristlerden temizlemektir” ifadesini kullanmıştır.
Çünkü her ne kadar Türkiye, Barış Pınarı Harekatı ile belli bölgeleri kontrol altına almış olsa da, sonrasında Rusya ile yapılan anlaşma, askeri harekatın başarısıyla paralellik göstermemiş, dahası Rusya ile YPG’nin sahada daha görünür bir ilişki modeline geçmesinin önünü açmış, gerek Suriye gerekse Türkiye sınırları içerisinde Rusya’nın örgütü Türkiye’ye karşı kullanması daha da kolay bir düzleme oturmuştur. Türkiye sınırları içerisindeki PKK yapılanmasının en pasif konuma getirilebilmesi ancak Suriye’deki YPG varlığının tamamıyla sona ermesiyle mümkündü. Barış Pınarı Harekatı sonrasında Rusya ile yapılan anlaşmayla, adeta YPG için bir güvenli bölge oluşmuştur. Örgüt bugün ise harekat bölgesinin güneyindeki varlığını sürdürmeye ve ABD ile Rusya’nın desteğiyle ayakta durmaya devam etmektedir. Barış Pınarı Harekatı ve Soçi Mutabakatı sonrasında Suriye’nin kuzeyindeki belli bölgelerden ABD güçleri çekilmiş olsa da, bu bölgelerde Rusya-YPG ortaklığı daha güçlü bir şekilde baş vermiştir. Bu bağlamda Rusya ile Türkiye’nin hangi boyutta bir “stratejik müttefik” olduğu konusu tartışmaya açıktır.
Hatta Türkiye ile Rusya arasında Fırat’ın doğusundaki devriyelerin devam ettiği süreç içerisinde, Ayn İsa bölgesinde YPG güçlerinin konuşlu bulunduğu askeri merkeze Rusya tarafından en az 40 araçtan oluşan bir askeri yardım gönderilmiştir. Ayn İsra’daki bu askeri üs daha önce ABD ile YPG tarafından ortaklaşa kullanılırken, Barış Pınarı Harekatı sonrası ABD bu üsten çekilmiş ve Rusya burada YPG’nin yanına konuşlanmıştır. Yine aynı dönem içerisinde Fırat’ın doğusundaki devriye faaliyetlerinde Türk askerlerini sınır hattında karşılayan Rus askeri yetkililerden biri, Ayn el Arab’ta -Kobani- YPG’lilerle birlikte örgütün bayrağını açarken görüntülenmişti.
Türkiye, Barış Pınarı Harekatı sonrasında ABD ve Rusya ile Suriye’nin kuzeyi için yapılan mutabakata ilişkin, gereğinin yapılmadığı serzenişinde bulunsa da ne Rusya ne de ABD Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin milli güvenlik hassasiyetlerini önemseyen herhangi bir hamlede bulunmadı. Aksine ABD bölgede YPG’ye yardımlarını sürdüreceğini açıklarken, Rusya da YPG ile daha derin ve görünür ilişkiler ağı içerisine girdi.
Bugünkü süreçte Rusya ile Türkiye arasında Fırat’ın doğusundaki devriyeler sessiz sedasız devam ederken, Rusya bir yandan Suriye’deki müttefiki YPG’yi desteklemeyi sürdürmektedir. Bunlardan sonuncusu 2 Temmuz 2020’de Rusya’nın YPG’ye yaptığı radar ekipman desteğidir.
Bahar Kalkanı Harekatı sonrası yeni devriye dönemi
Türkiye’nin Suriye sahasında olağanüstü bir askeri performans sergilediği Bahar Kalkanı Harekatı da Rusya’nın masada Türkiye’yi ikna etmesi sonucu Esed rejiminin kazanımlarını pekiştirmesi ve Rusya ile ortak devriye formülüyle sonuçlanmıştı. Bilindiği gibi Bahar Kalkanı Harekatı’nın arka planında Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed rejimi güçlerinin İdlib’de gerçekleştirdiği saldırılar ve geniş ölçekli toprak kazanımları yer alıyor. Operasyonun başlamasındaki kilit nokta ise her ne kadar rejim güçleri tarafından düzenlendiği öne sürülmüş olsa da Rusya’nın gerçekleştirdiği yönünde ciddi şüpheler bulunan, 34 Türk askerinin hayatını kaybettiği saldırıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan harekat öncesinde her ne kadar Esed rejiminin ilerlediği bölgelerden çekilmesi gerektiği yönünde açıklamalar yapmış olsa da harekatın sonunda Rusya ile varılan ateşkes anlaşmasında rejimin ele geçirdiği bölgelerden geri çekilmesine dair herhangi bir madde yer almamıştır.
Türkiye’nin bir kez daha Rusya tarafından masada ikna edilmesiyle sonuçlanan bu anlaşma özelinde de Suriye sahasında Türkiye-Rusya ilişkilerinin vardığı nokta yeniden dikkat çeken bir noktaya ulaşmış, Türkiye Esed rejimi karşısında kıyaslanamayacak boyuttaki askeri üstünlüğüne rağmen bu güçlerin ilerlediği bölgelerden geri çekilmesini sağlayamamıştır. Bugün halen Suriye’nin kuzeyindeki bölgede TSK’ya ait birçok gözlem noktası, alınan ateşkes kararlarına rağmen rejim güçlerinin ilerlemesiyle bu unsurların kontrolü altındaki bölgede kalmıştır.
Yine Türkiye ile Rusya’nın Suriye’deki “stratejik ortaklığı” devam ederken, bölgedeki TSK gözlem noktaları birçok defa hedef alınmış ve saldırılardan bazılarında Türk askeri personelinden hayatını kaybedenler ve yaralananlar olmuştur. Bu saldırıları her ne kadar Esed rejiminin gerçekleştirdiği ifade edilmiş olsa da, rejimin Rusya’nın haberi olmadan bu tip saldırılar gerçekleştirmesi pek mümkün bir senaryo değildir. Bu noktada yine Türkiye ile Rusya’nın Suriye sahasındaki ilişkileri gündeme gelmektedir.
Aşağıdaki harita da Esed rejimi güçlerinin kontrolündeki bölgelerde kalan TSK gözlem noktaları görülmektedir:
Rusya, Barış Pınarı Harekatı sonrasında Suriye’nin kuzeyinde nasıl ki YPG’yi yakınında konuşlandırdıysa, Bahar Kalkanı harekatı sonrasında da Türkiye’ye karşı Esed rejiminin bölgedeki varlığını pekiştirmiştir. Esed rejimi Türkiye’nin operasyonu öncesinde ele geçirdiği bölgelerden, “Soçi Mutabakatı’nda öngörülen sınır hattına geri çekilmemiş, rejimin bu ilerleyiş esnasında gerçekleştirdiği bombardımanlar yüzünden Türkiye’nin sınır hattındaki sığınmacı yükü daha da artmıştır.
Rusya ile Türkiye arasındaki ateşkes anlaşmasıyla İdlib’de silahlı muhaliflerin kontrolündeki alan daha da küçülmüş, ortak devriye mutabakatıyla da Esed rejiminin bölgedeki askeri varlığı garanti altına alınmış, bir sonraki saldırı için rejime yığınak yapma ve temas hatlarını güçlendirme imkanı sağlanmıştır.
Bugün, İdlib’deki M4 karayolunda 15 Mart 2020 tarihinden itibaren düzenli olarak Türkiye ve Rusya arasında ortak kara devriyeleri icra edilmektedir. Geçtiğimiz günlerde 20’nci ortak kara devriyesinin icra edildiği İdlib’de bir yandan da Rusya tarafından desteklenen Esed rejiminin askeri yığınaklarının devam ettiği gözlemlenmektedir. Ateşkes sonrası dönemi bir fırsat olarak kullanan ve özellikle İdlib’in güneyindeki Cebel Zaviye bölgesine uzun süredir askeri yığınak yapan Esed rejimi, Rusya ile koordineli yürüttüğü bu sürecin sonunda, Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığını kullanmaması durumunda, tıpkı geçmiş dönemde olduğu gibi bölgede yeni bir saldırı başlatabilir. İdlib’de Rusya ve İran destekli Esed rejimi tarafından başlatılacak yeni bir saldırı, rejim karşıtı muhalifler için oldukça kötü bir senaryo olduğu gibi, Türkiye için yeni bir göç dalgası anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkiler, ortak devriyeler özelinde her ne kadar samimi bir havada geçiyor gibi görünse de Rusya Suriye’de Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumasına herhangi bir katkı sağlamamış, üstüne Türkiye’nin “terör örgütü” olarak gördüğü bir yapılanmanın bölgedeki faaliyetlerini sürdürmesine, sağladığı destekle ön açmıştır, açmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin hangi motivasyonlarla Suriye’deki askeri varlığını daha etkin bir şekilde kullanmayıp Rusya ile el sıkışmış olması, değerlendirilmesi gereken farklı bir konu olarak kenarda durmaktadır.
Bugün İdlib’deki M4 karayolunda Türkiye’nin Rusya ile gerçekleştirdiği ortak devriyeler, Rusya bundan çıkar sağlamaya devam ettiği müddetçe sürdürülecektir. Dolayısıyla ortak devriyelerdeki askeri samimiyeti referans alarak her iki ülke arasında küresel boyutlu ilişkilerin çok iyi olduğunu söylemek doğru olmaz. Nitekim Türkiye’nin Libya’da üstlendiği misyon gereği bu ülkede izlediği Rusya karşıtı siyasetin, Suriye özelindeki yansımalarını henüz görmedik. Bu bağlamda Türkiye’nin Libya’daki faaliyetlerine Rusya’ya rağmen devam etmesi durumunda, Rusya’nın Türkiye’ye karşı Suriye kartını kullanması ihtimal dahilindedir.
Dolayısıyla Suriye sahasına çok fazla detaylı değil yüzeysel boyutlu bir bakış yapıldığında, Türkiye ile Rusya ilişkilerinin boyutu oldukça net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Türkiye her ne kadar bu ilişkileri dengede tutabilmek adına sahada bazı muhalif grupları desteklese de masada yapılan görüşmelerde bir şekilde Rusya tarafından ikna edilmektedir.
İdlib’de devam eden süreçte Rusya ve İran destekli rejim güçlerinin herhangi bir saldırı başlatması durumunda Türkiye’nin takınacağı askeri tavır bir anlamda bölgenin yeni şeklini almasında etkili olacaktır. Şu anda Türkiye’nin İdlib’deki askeri varlığı daha önce hiç olmadığı boyutlarda olsa da bölgedeki Türk askerlerinin tam anlamıyla güvende olduğunu söylemek güç. Bu bağlamda bugün Türkiye ile Suriye’nin kuzeyinde ortak devriyeler gerçekleştiren Rusya, bölgesel çıkar politikasının değişmesi durumunda tıpkı geçmiş dönemde olduğu gibi İdlib’deki Türk askeri varlığını hedef almaktan da çekinmeyecektir.
Rusya Türkiye için bölgede güvenilemez bir “stratejik ortaktır”.
Sadece Suriye özelinde değil, Türkiye’nin tüm bölgedeki çıkarları ve bu çıkarları koruması kendi alacağı inisiyatifle orantılıdır.