Türkiye ile Esed rejimi arasında bir süredir beklenen temaslar geçtiğimiz gün Moskova’da gerçekleştirildi. Görüşmelere Türkiye’yi temsilen Savunma Bakanı Hulusi Akar ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan iştirak etti. İkili Rusya’nın ara buluculuğunda Esed rejiminden mevkidaşlarıyla bir araya geldi.
Takriben 2016 yılından bu yana Türkiye’nin Suriye politikasında değişme ve çeşitlenmeler görülmekteydi. Bu adımla beraber söz konusu değişikliklerin, ikili ilişkileri yeni bir seyre sokma arayışına yönelik olması da resmiyet kazanmış oldu.
Bu değerlendirmede sürecin siyasi ve diplomatik yansımalarından öteye geçerek, yeni gelişmelerin sahadaki askeri dengelere nasıl yansıyabileceğini ele almaya çalışacağız. Özellikle sürece silahlı muhalif gruplar açısından bakmaya çalışırken belirli bir grup üzerinden ilerlemeyerek, genel bir tablo çizmeye çalışacağız.
Türkiye’nin pozisyonunu anlamak
Değerlendirmeye ilk olarak Türkiye’nin pozisyonunu anlayarak başlamak gerekir. Her şeyden önce Türkiye’nin, kendi ulusal çıkarları, devlet teşkilatlanması, dış politika geleneği ve kendine ait hedefleri olan modern bir devlet olduğunu anlamak gerekir. Bu açıdan, Türkiye’den modern dönem öncesi klasik çağdaki dünyanın dış politika adımlarının beklenmesi mümkün değildir. Süreç içerisinde hangi taraflarla ne tür bağlantılar kurarsa kursun, günün sonunda Türkiye’nin bir devlet olarak pozisyonunun kendi ulusal çıkarlarını koruma yönünde olması kaçınılmazdır.
Nihayetinde Türkiye’den belirli bir tarafı kendi politikalarıyla ve çıkarlarıyla ters düşmesine rağmen ısrarla desteklemesi, güncel reel politikle tamamen zıtlık arz eden adımlar atması beklenemez. Türkiye’nin tavrı, kadim dış politika geleneğinin yansıması olarak statükonun aldığı duruma göre şekillenecektir. Suriye’de statükonun ibresinin Rusya destekli Esed rejiminden yana döndüğü mevcut düzlemde de tavrın bu yönde olması doğaldır. Konu özelinde, Türkiye’nin İslami-devrimci bir tavır alması, sonsuza dek muhalifleri desteklemesi beklenemez.
Türkiye için, dünyadaki diğer birçok devlet gibi, 2011’de oluşan statüko doğrultusunda Esed rejiminin aleyhinde durmak makul bir politika tercihiydi ve bölgeye dair siyaset bu eksende şekillendi. Bugün ise -dış politika çevrelerinde tahmin edilenden fazla uzayan- Suriye konusunda Türkiye’nin iki temel önceliği bulunduğu görülüyor:
1- PKK/YPG’nin arz ettiği tehdidin ortadan kalkması
2- Türkiye’de yaşayan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü ve Suriye’den Türkiye’ye sığınmacı gelmemesi
Bu iki önceliğe hitap edilmesi için temas kurulması gereken en öncelikli taraf olarak ise Esed rejimi görülüyor. Türkiye, kendi çıkarları olan bir devlet olduğundan, ilerleyen süreçte de çıkarlarının gerektirdiği şeyleri sahadaki realiteye de uyarlayarak icra etmeye çalışacaktır.
Hamlenin askeri yansıması
Hiç şüphesiz Türkiye’nin değişen öncelikleri sahada ciddi bir askeri değişime yol açma potansiyeline sahiptir. Zira Türkiye, İdlib ve çevresinde muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerdeki en güçlü silahlı aktör pozisyonundadır.
Türkiye’nin tavır değişikliğinin sahaya askeri yansımasını anlamak için İdlib’deki askeri durumun tabiatını anlamak gerekir. Halihazırda İdlib’i iki ana unsur rejimin saldırılarından korumaktadır. Silahlı muhalif gruplar ve Türk Silahlı Kuvvetleri. Silahlı muhalif gruplar her ne kadar son dönemde düzenli bir askeri tertibat kurmaya ve bir ordu anlayışını tatbik etmeye çalışsalar da düzenli orduların sahip olduğu temel imkanlardan yoksun oldukları açıktır:
– Bu gruplar düzenli ordular gibi, arazide geniş askeri harekatlar icra etme kabiliyetine sahip değillerdir.
– Hava savunma ve hava harekat kabiliyetleri yoktur.
– Kapsamlı kara bombardıman kabiliyetinden yoksundurlar.
– Zırhlı birlik harekatları icra etmeye elverişli askeri araçları ve taktik manevra kapasiteleri bulunmamaktadır.
Muhalif grupların aksine, bu imkanların tamamı Türk Silahlı Kuvvetleri’nde mevcuttur. Suriye’deki savaşın aldığı şekil gereği İdlib’i savunmak bir cephe savaşını, yani yukarıda sayılan imkanları gerekli kılmaktadır. Mevcut savaş şeklinde İdlib’in rejimden korunması için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin varlığı olmazsa olmaz bir hal almıştır. Yine aynı imkanlara -Türk Silahlı Kuvvetleri kadar olmasa da- sahip olan Esed rejimi, Rusya’nın da desteğiyle bölgedeki direnişi kırıp İdlib’i kontrol altına alacak kapasiteye sahip görünmektedir.
Türkiye İdlib’e giriş yapmakla rejimin bölgeye yönelik ani hamlesini durdurmuş ve İdlib çevresinde tarafların mevcut vaziyet üzerinden uzlaşabileceği bir yeni statüko oluşturmuştur.
Bu tabiata sahip olan askeri durumda Türkiye’nin alacağı siyasi tavrın değişmesi, İdlib’in artık askeri açıdan tamamen desteklenmemesi ve yeni bir çözüm arayışına girilmesi sonucunu doğuracaktır. Bu açıdan taraflar arası görüşmelerle yeni bir model oluşturulması ve geçiş sürecinin işletilmesi gündeme gelecektir. Söz konusu modelin Dera modeli olabileceğinden geçtiğimiz Ağustos ayındaki bir değerlendirmede bahsettiğimiz için ayrıntılara burada girmeyi gerekli görmüyorum. Dileyenler bu modele dair ayrıntıları da okuyabilirler.
Muhaliflerin tercihleri ve sahadaki ayrım
Bununla beraber, sahadaki muhaliflerin de çok genel bir tasnifini yapmak gerekir. Bu tasnif ideolojik, siyasi, zihni bir tasnif olmayıp tamamen pratik bir tasniftir. Muhalifler halihazırda, rejimin devrilmesini hedef olarak belirleyenler ve kendilerine mevcut statükoda bir yer edinmek isteyenler olarak iki ana hatta ayrılabilir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki bu ayrım tüm muhalifler arasındaki bir ayrımdır. Yani herhangi bir grup, bu iki sınıfı da saflarında barındırıyor olabilir. Bu sebeple herhangi bir grubun tamamen devrim yanlısı veya tamamen statükocu olduğunu söylemek güçtür. Yine de grupların bu iki taraf arasında uzanan bir yelpaze üzerinde dağıldığı açıktır.
Bu açıdan bölgeye dair yeni siyasetin de sahadaki muhalifler bakımından iki temel yansıması olacağı düşünülebilir. Bir kesim muhalif şartlar ne olursa olsun rejimle uğraşmayı reddederken diğer bir kısım ise belirli iyileştirmeleri ve statüko içerisinde kendilerine belirli bir yer sunulmasını kabul edecektir. 2018 yılından bu yana Dera’da da bu yaşanmıştır. Mesele ise bölgedeki muhaliflerin arasının ne şekilde ayrılacağı, rejimin devrilmesi düşüncesi üzerine devam edenlerin sayı ve imkanlarının ne şekilde olacağıdır. Halihazırda sahadan belirli grupların, Türkiye’nin adımları paralelinde adımlar atmak üzere rejimle temaslara giriştiği ifade ediliyor. Ayrıca rejimi devirme yanlısı gruplar ise bir yandan bu temasları başarısız kılmaya, diğer yandan ise sızma saldırılarıyla sürece darbe vurmaya çalışıyor.
Hangi tarafın hedeflerine ulaşacağını kestirmek güç olmakla beraber, Türkiye’nin Esed rejimiyle görüşmelerinin, rejimin devrilmesi hedefine sahip olan kesimin elini zayıflatacağını söylemek gerekiyor.
Devrimci kesimin askeri tercihleri nasıl şekillenebilir?
Son olarak, tüm bu süreçlerin devrime taraftar olan askeri grupların tercihlerini nasıl etkileyeceğini değerlendireceğiz.
Söylemek gerekir ki özellikle son dönemde İdlib’deki muhalif grupların tamamına yakını imkan ve varlıklarını Türk Silahlı Kuvvetleri’nin varlığına endekslemişti. Bu durum da Türkiye’nin politika değişikliği halinde muhaliflerin bölgedeki askeri stratejilerini olduğu gibi devam ettirmesinin imkansızlaşacağı anlamına geliyor. Açıkçası bu durum, Türkiye’nin İdlib’e dahil olduğu dönemden bugüne konuşulmakla beraber, Türkiye’nin çıkarlarının muhaliflerin varlığına tamamen endeksli olduğu ve Türkiye’nin muhaliflere muhtaç olduğu gibi yaklaşımlar, bu tartışmanın yapılmasının önüne geçmişti. Bugün ise durumun tam olarak bu şekilde cereyan etmediği görülebiliyor.
Türkiye’nin rejimle normalleşerek bölgedeki istikrarı Dera modeli çerçevesinde sağlaması halinde, statüko düşüncesini temel edinen gruplar da yüksek olasılıkla bölgede Türkiye’nin askeri varlığına entegre bir güvenlik gücü olarak görev alacak. Belirli yerleşim merkezlerini bu unsurlar korurken kırsalda ise Türkiye, Rusya ve Esed rejimi güvenliği sağlayacak. Tıpkı Dera ve çevresinde olduğu gibi. Bu muhaliflerin bir kısmının rejime katılması veya silah bırakarak sivil hayata dönmesi de muhtemel. Bu isimlerden rejimin hedefe oturttuğu lider kişilerin suikastlarla hedef alınması da olası. Tıpkı Dera’daki gibi.
Asıl soru ise, devrim düşüncesini benimsemeyi sürdürecek olan grupların ne yapacağı ki Dera ile İdlib’i ayıran en keskin hatlardan birisi de bu. Zira bu düşüncedeki grup ve muhalifler Dera’da azınlığı teşkil ederken İdlib’de ise çoğunluğu oluşturuyor.
Akla gelen ilk adım bu kişilerin tasfiye edilmesi. Lider isimler nokta saldırılarla tasfiye edilebilecek olsa da yüzlerce savaşçıyı bu şekilde tasfiye etmenin tek yolu doğrudan veya dolaylı bir askeri çatışma. Bu çatışmanın rejimle yaşanacak “Demiryolu Savaşı” benzeri bir muharebeyle oluşabileceği akla geliyor. Sahayı yakından takip edenler bu çatışmalarda devrim taraftarı muhalif grupların ölü ve yaralı olarak toplamda 2 binin üzerinde kayıp verdiğini ve ağır bir darbe aldığını hatırlayacaktır.
Daha önce belirttiğimiz imkanların bulunmaması gerçeği göz önüne alındığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de pozisyon değiştirmesi ihtimalinde, devrim taraftarı olan muhaliflerin konvansiyonel bir savaş vermesi büyük ölçüde imkansız hale gelecektir. Bu grupların Türkiye’nin tavrını değiştirmeye yetecek siyasi bir imkan veya kapasitesi de bulunmamaktadır.
Rusya ve Esed rejimi, bölgeye genişletilmiş zırhlı harekatlar ve hava taarruzları tatbik edebilecek kapasiteye sahipken, muhalifler tek başlarına bu gibi hücumları konvansiyonel bir ordu gibi savuşturamazlar. Ayrıca bu hücumlara karşı koyarken verecekleri ağır kayıplara da tahammül etmeleri çok güçtür. Bu açıdan muhalifler ya son bir ölüm kalım savaşı verecek yahut ellerindeki kadroları uzun soluklu ve yıpratıcı bir gayrinizami savaşa endekslemeyi hedefleyecektir. Gayrinizami bir savaş birçok yönden mevcut sahada değerlendirilebilir bir seçenek olarak öne çıkmaktadır. Bilhassa rejimin artık eski istihbarat gücüne sahip olmadığı ve ülkeyi istediği gibi kontrol edemediği düşünüldüğünde, 2014’ten bu yana alışılmış cephe hatlarının ötesine geçilerek savaşın ülke sathına yayılan bir gerilla mücadelesine dönmesi ihtimal dahilinde görülebilir.
Suriye’deki normalleşme girişimlerinin Esed rejimine beklenen gücü vermeyeceğini söylemek gerekir. Zira bölgenin en oturmuş devletleri dahi tamamen dengesizdir ve diken üzerindedir. Bugün Mısır ve Ürdün gibi yönetimler dahi halkın memnuniyetsizliği ve ekonomik krizle karşı karşıyadır. Tamamen iflas etmiş bir durumdaki Esed rejiminin, halk nefreti de eklendiğinde, 10 senedir hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebileceğini düşünmek abes olur. Kaldı ki ABD öncülüğündeki Batı da halen rejime normal bir gözle bakmadığından uluslararası dengeler de tamamen rejim lehine değildir. İran’ın ülkedeki istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerinin devam etmesi de duruma tuz biber ekmektedir.
Devam eden gelişmelerin Türkiye’nin yeni bir modeli tatbik etmeye başlaması şeklinde neticelenmesi halinde, devrim yanlısı muhaliflerin de yeni bir modele geçmesi kaçınılmazdır. Bu model bir yandan Türkiye’nin oluşturacağı denklemle entegre olup diğer yandan da gayrinizami bir savaşa girişme şeklinde hibrit bir yaklaşım üzerinden tezahür edebilir.
Tahmin edilebilirliğin oldukça güç olduğu bir saha olan Suriye’de geleceğe yönelik kesin yorumlar hatalar ihtiva etmeye mahkumdur. Bu sebeple biz de bu değerlendirmede daha çok genel bir çerçeve çizmeye, geleceğin neler getirebileceğini anlayabilmek için ipuçları vermeye gayret ettik. Sürecin nelere gebe olduğunu ise zaman gösterecek.
Selim Demir’e ait bu yazı 30 Aralık 2022 tarihinde Mepa News’te yayımlanmıştır